Prof. Dr. Mehmet Hacısalihoğlu
18 Oca 2016

“1100 AKADEMİSYEN” MESELESİ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Türkiye kamuoyunda bomba etkisi yaratan imza kampanyası ve “1100 Akademisyen”in devleti “Kürtlere karşı katliam yapmak”la suçlaması Türkiye’de ve dünyada farklı tepkilere yol açtı. Tepkilerden bir kısmı katliam yapmakla suçlanan devletin kendini savunmak amacıyla aldığı tedbirler ve yaptırımlar olurken, bir kısım tepkiler de başka akademisyen gruplarının yayınladığı devleti destekleyen bildiriler şeklinde oldu. Çevremde hem bu bildiriye hem de karşı bildirilere imza atan meslektaşlarım var. Öyle ki ortaya çıkan gergin durum nedeniyle müşterek yürüttüğümüz bazı akademik çalışmalarımız da bundan olumsuz etkilendi. Kamuoyunda “imzacı akademisyenler”e karşı nasıl bir tavır takınmak gerekir tartışması yaşandı. Buna “vatana ihanet” ve cezalandırılması gereken bir suç olarak bakanlar varken, bir kesim de bunun “fikir özgürlüğü” çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini beyan ediyor.
Açıkça belirtmek gerekirse ben de bu bildiriyi okuduğumdaki ilk olarak, imza atan kişilerin devlete karşı açıkça PKK’ya destek verdiğini düşündüm. Hatta biraz daha ileri giderek Türkiye’nin sol çevreleri HDP’ye destek vererek onu “Türkiyelileştirme”ye çalışırken, kendileri “PKK’laştırıldı” diye de düşündüm. Bu kadar büyük bir devlet düşmanlığı nasıl olur diye de kızarak gerçekten cezalandırılmaları gerektiğini, yaptıklarının bedelsiz bırakılmaması gerektiğini düşündüm.
Özellikle de kullanılan “katliam” kavramının bende çağrıştırdığı tarihsel tecrübeler ürkütücüydü. Örnek vermek gerekirse, 1821’de başlayan Yunan ayaklanması Avrupa hükümetleri tarafından açıkça desteklenmezken “Sakız Katliamı” söylentisi Avrupa’da yayılınca İngiliz kamuoyu Osmanlı aleyhine dönmüş ve 1826’de Rusya’nın o zamanki başkenti San Petersburg’da yapılan Rus-İngiliz görüşmesiyle bir Yunan devletinin kurulması kararlaştırılmıştı. Ardından da Osmanlı’ya karşı askeri müdahaleler ve nihayet Rusya’nın Osmanlı’ya karşı savaşı gelmiş ve bağımsız Yunan devleti kurulmuştu. Bu süreçte onbinlerce Müslüman katledilmiş ve yüzbinlercesi de yurtlarını terketmek zorunda kalmıştı. Buna çok benzer bir “katliam” söylentisi 1876’de ortaya çıkmıştı. “Batak Katliamı” adıyla bilinen bu olay “Türkler Bulgarları katlediyor” şeklinde Avrupa kamuoyunda yayılmış ve ardından yine İngiltere’nin öncülüğünde İstanbul’da bir elçiler konferansı düzenlenerek Bulgarlara özerklik verilmesi talep edilmiş, Osmanlı bunu reddedince Rusya Osmanlı’ya saldırmış ve Rus orduları yüzbinlerce Müslüman’ın katliamı ve tehcirini gerçekleştirerek İstanbul önlerine gelmişti. Osmanlı’nın Balkan toprakları, çoğunluğu Müslüman olan bir çok bölge de dahil olmak üzere kaybedilmişti.
Bu iki örneği bilen her tarihçi devletin katliam yapmakla suçlanmasını duyduğunda bunları hatırlar ve irkilir. Nitekim bu ifade dış müdahaleye açık bir davetiyeden başka bir şey değildir. Ve geçmişte Rusya’nın Osmanlı’ya karşı yayılmacı hedeflerinin meşruiyetini oluşturmuştur bu katliam iddiaları.
Peki, bu imzayı atan akademisyenler gerçekten böyle bir müdahale için mi bunu yapmıştır. Bu metni yazan kişinin amacı şüphesiz bu olsa gerektir. Ayrıca imzalayanların bir kısmı da belki etnik bağları vs. nedenlerle Türkiye’nin parçalanması ve belki milyonlarca insanın öldürülmesi ile sonuçlanacak dış müdahaleler sonucunda bir Kürt devletinin kurulmasını arzu ediyordur. PKK ile aynı duygu ve düşünceleri paylaşıyorlardır. Onlara diyecek bir sözüm yok. Onlar yalnızca devletin değil, Türk milletinin de açık düşmanlarıdır.
Fakat aralarında çok yakından tanıdığım kişiler de olduğu için biliyorum ki bu insanların bildiriyi imzalamasındaki ana motif hükümete karşı muhalif duruşlarından ibarettir. Aslında hiç de Türkiye’nin ve Türk halkının zarar göreceği bir operasyonu kışkırtmak düşüncesi içinde değillerdir. Hatta aralarında ülkesini ve insanını çok seven ve bunun için yıllarını harcamış, fedakârlık yapmış çok sayıda insan vardır. Öyle ki son yıllarda yürüttüğüm ve Türkiye’nin komşularındaki imajının nasıl iyileştirileceğini inceleyen projede görev yapmış ve belki de en değerli katkıları sunmuş bir değerli bilim insanı da var imza atanlar arasında. En azından onun bir “ihanet” düşüncesi içinde olmadığına kefilim.
Peki, öyleyse bu bildiriyi nasıl yorumlamalı? Yine tarihçi olarak tarihe dönüp bakıyorum ve bu bildirideki üsluba benzer ifadeleri yine yakın tarihimizde buluyorum. Örneğin vatanperverliğinden şüphe etmediğimiz II. Abdülhamid’e karşı oluşmuş Jön Türk muhalefeti padişahı ve hükümetini “katliam yapmak”la suçlamıştır ve yayın organlarında bu suçlamayı sıklıkla tekrarlamıştır. Bunu yaparken de gerçekten yapılmış bir “katliam”a karşı duruş değildir bu. Öyleyse nedir? Bu muhalefetin çok yüksek bir doza ulaştığında kullanılan bir üsluptur. Başka da bir anlamı yoktur. Abdülhamid’e bu şekilde saldıran Jön Türkler de kendileri iktidar oldukları dönemde benzer suçlamalarla karşı karşıya kalmışlardır. Onlara karşı bu üslupla saldıranlar da onların muhalifleri olmuştur. Hatta hala onları “hainlik”le suçlayan kişiler, kesimler vardır.
Günümüzde tartışılan bildiriye ve imzalayanlara gelince, PKK ile özdeşleşmiş olanlar hariç çoğunluğunun hükümete karşı muhalefet duyguları içinde bu haksız ve aşırı üsluba kaydığını düşünüyorum. Eğer ortada bir katliam varsa bunun ispatı gerekir. Ayrıca bilim insanları kaza kurşunu ile katliamı birbirinden ayıracak bilgi ve donanıma sahiptir. Elbette ki devlet kendisine karşı yönelen her türlü tehdide karşı önlem almak zorundadır. Silah taşıma ve kullanma yetkisi yalnızca ve yalnızca devletin güvenlik güçlerindedir. Keşke imzalanan bildirgede PKK terörüne karşı da bir paragraf yer alsaydı ve devlet “katliam yapmak”la suçlanmak yerine sivillerin can kaybının yaşanmaması, hukuk kuralları içinde kalınmasına gereken özen gösterilmesine yönelik bir ifade yer alsaydı. O zaman bu bildiri hem daha inandırıcı olurdu, hem de daha adil. Ayrıca güvenlik güçlerimizin bu konularda gerekli özeni gösterdiğini düşünüyorum. Aksi Türkiye için yukarda bahsettiğim felaketlere neden olabilir ki Allah muhafaza…
Peki, şimdi devlet ve kurumları “imzacılar”a karşı nasıl bir tavır takınmalıdır? Bence devlet ülkenin ve milletin güvenliği ve çıkarlarını düşünerek ona uygun tavır ne ise, onu sergilemelidir. Bildiriye imza atanların takibata uğraması dünya basınına nasıl yansıyacaktır, bunun da hesabı yapılmalı ve eğer sonuçta Türkiye’nin aleyhine bir propaganda aracına dönüşecekse buna yol açılmamalıdır. Eğer böyle olursa tam da PKK’nın istediği gerçekleştirilmiş olur. Bence bu bildirgedeki iddialar çürütülüp karşı deliller ortaya konmalı ve böylece hem Türkiye hem de dünya kamuoyu nezdinde inandırıcı olmadığı vurgulanmalıdır. Bizzat bildirge metnini kaleme alan mesul tutulabilir. Ama sırf toplu bir tepki olsun diye imza atanlar ise “düşünce özgürlüğü” kapsamında değerlendirilse ve soruşturmaya gerek duyulmasa siyaseten ve tarihsel tecrübeler perspektifinden daha doğru olur gibi geliyor bana. Yine kendi halkımızın menfaatleri için…
Çok şükür ki 19. yüzyıl şartlarında değiliz. İnşallah da o şartlara benzer durumlarla karşı karşıya kalmayız.

Mehmet Hacısalihoğlu, 17 Ocak 2016, İstanbul

Genel • Uncategorized Leave a comment
%d blogcu bunu beğendi: